Toplum Sanatı Değersizleştiriyor!

Kimileri sanatı yalnızca estetik bir haz yaratmak ve sanatçının iç dünyasını ifade etmek için var olan bir araç olarak görür. Kimileri ise sanatın topluma hizmet etmesi, kişilere herhangi bir konuda bir çağrı yapması gerektiğini savunur. Oysa ben sanatı, “Kent kültürünün en rafine ürünüdür!” şeklinde tanımlayarak, sanatın kentli yüksek gustonun ve birikimin eseri olabileceği tezini savunuyorum.  Çünkü sanat aklımıza gelebilecek her şeyi kendi diliyle anlatır. Bir resim, şiir, senaryo, opera, fotoğraf, müzik… Hepsi bir sanatın kendine has yüksek gustosu ve diliyle hayat bulur, yüksek düşüncenin ruhunu yansıtır, duygularını aktarır, bazen de saklı olanı keşfetmemizi sağlar.

Bir sanat eseri ders vermez ancak reddetmeyi öğretir, bunu yaparken de kişiye ayna tutarak o konu hakkında düşünmeyi, düşünce üzerinden ölçmeyi ve kıssadan hisse çıkarmayı sağlar. Bir sanat yapıtını izlerken edinilen haz bir öğreti ortaya koymaz ama düşündürür. Haz denilen şey gırgır şamata değildir. Evet, bunlar da hazzın içindedir ama hazzın içinde başka şeyler de vardır. Ünlü bir yazarın ünlü bir cinayet romanını okurken, o romanda gerçekleşen cinayetin nasıl gerçekleştiği değil, cinayetin gerçekleşmesine neden olan etmenler üzerine düşünerek cinayetin oluşmasında etkili olan ilişkiler ağını çözerek haz alırsınız. Bu hazzı almamıza neden olan iki etmen, romanın anlatımında kullandığı dildeki ‘Üslûp’ ve romanın vardığı ‘Sonuç’tur.

Bir ressam tarafından yapılan ve insanın düşkünlüğünü anlatan bir sanat eseri resimde bu iki olmazsa olmaza dikkat edip, insanın o düşkün hali olan örneğin bir pedofili ilişkisini ortaya koyduğunuzda yaptığınız sanat ciddi ve anlamlı bir sonuç elde eder. Buradaki ince çizgi şudur: Resimde anlatılmak istenen sanatı kaba bir üslupla anlattığınız zaman, bu resim sanat eseri olmak çıkar, düşündürmekten ve ibret almaktan öte teşvik edici kaba bir yapıt olur.
Düşündürmek ya da ibret almak ile teşvik etmek arasındaki ince çizgi çok önemlidir.
Çoğu kişi, duvarına astığı tablonun sanatsal değerinden çok, odasına uyum sağlayıp sağlamadığına ya da boş olan duvarı doldurup doldurmadığına bakıyor. Bu kaba ve asla kentli olmayan tüketim biçimi, sanatın gitgide yüzeyselleştiğinin ve dekoratif bir objeye dönüştüğünün acı bir göstergesi maalesef.

Konu müzik içinde hemen hemen aynı durumu arz ediyor. Birçok günümüz şarkıcısının şarkılarında kadın bedeninin ciddi bir şekilde aşağılandığını görüyoruz. Şiir ise kişilerin yalnızca aşklarını dile getirmek için başvurdukları bir araç haline gelmiş durumda ve hatta çoğu zaman bir erkeğin bir kadını etkilemek için yazdığı anlamsız birkaç dizeden ibaret olduğu görülüyor. Oysa şiir ‘imge’dir ve ‘imge’ dilin damıtılmış halidir. Damıtılmış sözcüklerden oluşan şiir, okuyan kişiyi güçlü bir haz almaya, dolaysıyla düşünmeye sevk eden bir sanat eseridir.
Tüm bunların ışığında sanat, günümüzde maalesef, toplum için bir şey ifade etmiyor. Çünkü toplum, sanatı değersizleştiriyor, tüketiyor ve yozlaştırıyor. Sanatı gerçekten anlayan, hisseden ve ona hak ettiği değeri veren kentli kişi sayısı azaldıkça, sanatın gücü de zayıflıyor. Sanat, ticaretin ve popüler kültürün kurbanı oluyor!