Beyin insanlara öyle oyunlar oynuyor ki. Çoğu kez küçücük bir konuya, bazen büyük olduğunu sandığınız bir konuya takılıp kalıyorsunuz. O konunun içinde korkuları, yanlışları, doğruları, ikilemleri, heyecanları, endişeleri daha doğrusu bütün duyguları en uçta yaşıyorsunuz. Yaşadığınız konu tek anlamınız oluyor, depresyon kıvamınız oluyor. Korkulu rüyalar, içinizle savaştığınız geceler, zamana esir ettiğimiz bir dünya. Akıp gidiyor günler, akıp gidiyor aylar. Oysaki vardığınız yer başladığınız yerden çok farklı olmuyor. Alışıyorsunuz ve bu alışma eylemi beyninizi onarıyor.
Yaşam içerisinde o kadar çok takılıp kaldığımız olaylar oldu ki. Her seferinde o olayları geride bıraktık. Mutlaka izler kalıyordur geride. Ancak çoğunlukla size kalan; "bu olaya mı takılmışım?" duygusu oluyor. Bazen öyle saçma geliyor ki o geçmişte saplanıp kaldığınız süreç. Trajik bir şekilde kendi kendinize gülüyorsunuz. Yaşadığınız anlamsızlığa anlamlı bir iz bırakıyorsunuz. Hatta bazen iz bırakmaya gerek bile duymuyorsunuz.
Beynin insana oynadığı bir oyun bu. İnsanı dar bir açıya mahkum eden bir süreç bu. Eğer çok düşünürken çok açıyla bakmayı bilmiyorsanız, bu oyuna yeniliyorsunuz. Beyin hücreleriniz gereksiz bir sürecin mahkumu oluyor. Ve beyin hapsinden çıkmak için, mecburen cezanızın dolmasını bekliyorsunuz. Kefaretle bile salmıyorlar sizi ya da af çıkmıyor. Eğer bir kez bu hastalıklı duruma yakalanmışsanız, bu süreci yaşamak zorunda oluyorsunuz.
Düşündüğün oranda varsın ya, bence düşündüğün orandan daha önemli olan şey düşündüğün açının genişliği ve çokluğudur. Yaşam iki elektrik direği arasına çekilmiş tel değildir. Ve sizlerde elektrik telleri üzerine konan kuşlar değilsiniz. O nedenle içinizdeki her şeyi bulutlara satın, dağlara satın, aya satın, denize satın. Umutlara satın. Ve satarken asla pazarlık yapmayın.
