Kadınlar gördük, kasa kasa hamsileri ayıklayan; tuz ise kaya tuzu. 1900’lü yıllarda et görmeyen sofraların et potansiyeliydi. Gerçi hamsiye et demeyelim, hamsi kızar sonra. Izgarası salamurası, mısır unuyla kızartması, pastası (hamsi kuşu) vs. yoksulluk yıllarının kurtarıcı meleği, savaş yıllarının iyot kokan azığı... Sonra çocuklar gördük; yırtık pantolonlu, kara lastikli, yüzleri tozlu çocuklar. Çocuk çocuktur ya; birdirbir, yakalamaca, emen almaca oynayan çocuklar. Ama 11-12 yaşında çocuklar; sırtlarında tüfek, bellerinde kama. Mahalle savaşı yapmayan, savaşa giden çocuklar…
Deniz geri veriyordu her şeyi. Kıyıya vuran suretler, yunus cesetleri, içinden mektup çıkan şişeler... Yunus balığının yağından lamba yapardı kadınlar, undan gavut, taştan çorba. Deniz geri veriyordu her şeyi. Karşı kıyıdan bir insan ölüsü vururdu kıyıya, kum bulaşmış gözüne. Toprakta o ölüye bile yer vardır. Ki artan hamsileri kadınlar toprağa gübre diye dökerdiler. Bıyıkları tütünden sararmış Dursun Reis başlardı ağıda; “Sivastopol önünde yatan gemiler / Atar da Niizam topunu yer gök iniler / Yardımcıdır bize kırklar yediler / Aman da padişahım izin ver bize /İzin de vermez isen dök bizi denize.” Kıyıya insan ölüleri vurur, padişah izin vermez bize…
Evler birbirine öyle yakındır ki, kadınlar camdan cama konuşurlar. Asker yolu beklemekten gözleri anlamsızlaşmış kadınlar. On altı yaşında Ayşe âşık olmuş Cemal’e, Ayşe’nin çeşmeden dönüşünü bekler, bir de askere gidişini Cemal. İnce bir kemençe sesi yırtar sessizliği. Yetmiş beş yaşındaki Musa Çavuş balıktan dönüyordur. Bahçeli evlerde mısır püskülleri, karayemiş yaprakları, kokulu üzüm şerbeti, tencerelerde mis gibi mısır kokusu. Gerçi mısır koçanıyla çorba yapılan zamanları bile yaşamıştır, yaşayacaktır bu halk…
Birinci Dünya Savaşı, Rus işgali, İkinci Dünya Savaşı; savaş savaşa ulanır, deniz fırtınada bulanır. Her şeye rağmen Berber Selim erkek çocuklarının sünnetini aksatmaz. Mahalleli ise erkekliğe ilk adımlarını atan çocukların horonunu. Omuz omuza verir mahalleli; kemençe sesinin yettiği yerde kemençe sesiyle, yetmediği yerde davul zurna ile. Horon sanki sabaha kadar sürecek gibidir. Ama evde bebeler süt bekler…
Terzi Raşit gelinlik dikme telaşındadır. Esma gelinlik provasına annesiyle gelir. Nişanlısı Temel onu uzaktan süzer, heyecanlanır. On beş gün sonra düğünleri vardır, Temel ‘in babası Hasan Usta silahını yağlar. Ki yeri göğü inletecektir düğünde; hele bir de erkek torunu olursa... Ekmek karneyledir ama mısır ekmeği ne güne duruyor ki? Mahallenin diğer genç kızları da bu düğünü bekler. Belki de yeni bir sevda düşecektir yüreklerine.
Evler cumbalı, bahçeli, tuvaletleri dışarıda. Sokaklar dar, kapılar tokmaklı, pencereler sürgülü... Gözler solgun ana samimi, eller kirli ama sıcak, sözler sert ama içten... İki Trabzon var kalbimizde, sizinki hangisi? Masumiyetini öldürdüğümüz Trabzon mu, yoksa evlerinin duvarlarına deniz vuran Trabzon mu?
