NE DİYELİM ARTIK…

Sabah Uyanınca İlk Aklımıza Gelenler…

İsveçli, Finli, Japon bilim insanları sabah gözünü açar açmaz şöyle sorularla güne başlıyor:

·                     “İnsan DNA’sındaki şu mutasyon nasıl düzeltilir?”

·                     “Kök hücreyle bir uzvu yeniden üretebilir miyiz?”

·                     “Yapay zekâyı insanlık yararına daha verimli nasıl kullanırız?”

·                     “Mars toprağında domates yetiştirmek mümkün mü?”

Bizim memlekette ise sabahın ilk sorusu şöyle:
“Dün kim, kime, ne demiş?”
Ardından geliyor:
“Bu akşam hangi dizide, kim kimin karısına baktı?”
“Hangi fenomen sabah kalkınca yine rezil olmuş ama bir şekilde daha da meşhur olmuş?”

Daha güne başlamadan WhatsApp gruplarında dedikodu trafiği başlar, Twitter’da linç menüsü hazırlanır, Instagram’da “günaydın” pozları düşer, TikTok’ta çılgın danslar eşliğinde içi boş özgüven patlamaları izlenir.

Ve elbette artık neredeyse bir sabah duası gibi sorulan o meşhur soru:

“Bugün kimi tutuklamışlar? Ama asıl tutuklanması gereken hâlâ nerede?”

Kimi ülkeler sabahları bilimle, uzayla, gelecekle uyanıyor.
Biz hâlâ “dün gece kim kimin kalbini kırmış”la meşgulüz.
Onlar gezegeni kurtarmanın derdinde,
Biz hâlâ hangi ünlü evlenmiş, hangisi boşanmış onun derdindeyiz.

Evet, coğrafya kaderdir… Ama sabah hangi soruyla uyandığın da kaderini belirler.

Gelin dürüst olalım.
Biz üretmiyoruz.
Biz düşünmüyoruz,düşünemiyoruz.

Tartışıyoruz da diyemiyorum çünkü tartışmayı da beceremiyoruz.
Tartışmak yerine bağırıyoruz.
Karşı fikri susturmak için mikrofon değil megafon kullanıyoruz.
Çok sesli bir toplumuz ama ironik bir şekilde herkes kendi sesini bastırmaya çalışıyor.

Franz Kafka’nın bir sözü vardır:
“İnsanın içi, dışından daha kalabalık olur bazen.”

Peki bizim içimizde ne var?
Kıskançlık, çekememezlik, dedikodu, kısa yoldan köşe dönme planları, üç kuruşa beş köfte hesapları...
Yani öyle bir iç gürültümüz var ki, dış dünyayı duyamıyoruz.
Bilim ilerliyor, teknoloji sınır tanımıyor, biz ise hâlâ aynı kısır döngünün içinde dönüp duruyoruz.


HER RAMAZAN GÜNDEMİN YÖNÜ AYNI

Ramazan hoşgörü ayı…Bolluk ayı  bereket ayı
Bir ay boyunca maneviyat, sabır, hoşgörü konuşmamız gerekirken biz ne yapıyoruz?
– Ramazan çadırında sıra kavgası
– Yardım kolisi kimin mahallesine gitti tartışması
– Market zamlarına “bereket geldi” diyenler
– Sosyal medyada yardım yarışına girip fotoğrafsız yardım yapamayanlar

Ve klasikleşmiş o “derin bilimsel” sorular:
– “Hocam, oruçluyken arı sokarsa ne olur?”
– “Kazık yemek orucu bozar mı?”
– “Orucumu başkasına tutturabilir miyim?”
– “Feleğin sillesi oruca zarar verir mi?”

Einstein boşuna dememiş:
“İki şey sonsuzdur: Evren ve insan cahilliği. Ama evrenden tam emin değilim.”


BİLİM UYURKEN BİZİ ŞARJ EDİYOR, BİZ UYUYORUZ

Geçtiğimiz ay California Üniversitesi’nden bilim insanları bir cihaz geliştirdi.
Vücut ısısıyla telefon şarj eden bir teknoloji.
Yani uyurken bile enerji üretmek mümkün artık.

Bizim aklımıza gelen ne oldu?
– “Usta, bunu kaçak kullanabilir miyiz?”
– “Faturaya yansımazsa harika olur.”
– “Yatmadan önce iki kişi taksak, çabuk dolar mı?”


FUTBOLDA BİLİM YOK AMA MİLYON VAR

Bir de futbola bakalım...
Bir kaleci topu elinden kaçırıyor,
Bir forvet boş kaleye topu gönderemiyor,
Ama sezon başına 3 milyon Euro alıyor.

Sadece koşmakla milyonlar kazanan sporculara methiyeler diziyoruz,
Ama sabahlara kadar laboratuvarda deney yapan genç bilim insanının adını bile bilmiyoruz.
Futbolcuların ayakkabısına sponsor aranmazken,
Bir öğrenci deney tüpü almak için sosyal medyada kampanya başlatıyor.


ADALET DEDİKLERİ ŞEY BAZEN DENGE DEĞİL, DENGESİZLİK

Ve tabii son zamanların en “denge sorunu” yaşanan yeri: adalet.
– Bir tweet atan öğrenci tutuklanıyor,
Ama milyon dolarlık rüşvetle adı geçen kişi serbest dolaşıyor.
– Bir öğretmen işinden oluyor,
Ama dolandırıcılar ekran ekran geziyor.

Hak yerini bulmuyor, yerini şaşırıyor.
Çünkü teraziyi değil, tartıyı çalanlar adaletin terazisini ayarlıyor.


SONUÇ: DERT BİZDE, ÇARE YİNE BİZDE

Ne diyelim artık?
Birbirimizin önünü kesmeyi bırakıp biraz da önümüzü açmaya çalışsak…
“Ben” değil, “biz” desek…
Çocuklara Pi sayısı 3.14’tür demeden önce, dürüstlüğün kaç basamaklı olduğunu anlatsak…
Fenomen değil, fikir üretmeye çalışsak…
Kimin hangi partiye oy verdiğiyle değil, o oyun neden verildiğiyle ilgilensek…

Nazım Hikmet’in dediği gibi:
“En güzel deniz: henüz gidilmemiş olanıdır.
En güzel çocuk: henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz: henüz yaşamadıklarımız.”

Ama o günler için önce…
Uyanmamız lazım.