BİZİM UÇURTMALARIMIZ SADECE AĞAÇLARA TAKILIRDI

Bir kaygana ya da hamsi kuşu tadıydı ailece Boztepe'nin çimenlerine uzanmamıza vesile olan.

Ya mahallenin marangozuna bin bir rica ile kestirdiğimiz çıtalardan yaptığımız uçurtmanın ne kadar göklere yükselebileceği heyecanı.

Gatmalar hazır.

Bir güzel, rengarenk uçurtma yapmanın telaşı hafta boyunca sarmış bizi...

Bir şekilde kendi işimizi kendimiz gören çocuklardık...

Düzgün olsun diye marangoz amca hatırımızı kırmaz o kadar işinin arasında uçurtmanın iskeletini oluşturan çıtaları bir güzel hazırlardı.

Sonrasında rengarenk kaplama kağıtlarını yanana getirip kendimizin yaptığı bulamaçla birbirine yapıştırmaya çalıştığımızda ne uhu ne de yapışkan bantlar icat edilmemişti.

Sıra uçurtmanın kuyruğuna geldiğinde, sanki bir gelin süsü gibi renkli kağıtları ipe dizer ve özenle hazırlanan “tabak uçurtması”nın teraziye alınmış altındaki üçgen ipe bağlardık.

Uçurtmanın kuyruğu dedim de aklıma bazı muzır arkadaşların yaptığı yaramazlıklar geldi.

Uçurtmanın kuyruğunun uygun bir yerine jilet bağlayıp gökyüzündeki bazı uçurtmaların kuyruğunu kesmeye çalışan yaramazlarımız da vardı.

Keserler miydi?

Evet, keserdiler.

Kuyruğu kesersen uçurtma yere düşer.

İpini kesersen Boztepe'den aşağı doğru süzülüp kim bilir hangi evin bahçesine iner.

Manzara şu;

Önde mahallenin anneleri.

Yanlarında arkalarında bir tabur çocuk.

Herkesin elinde içi yemek dolu torbalar, bohçalar, kilimler...

Kimi akşamdan hazırlanmış kimi sabah kalkar kalkmaz.

Boztepe sırtlarına doğru yola koyulmuş çoluk çocuk bir an evvel "Harmancık" diye adlandırılan düz bir yere kilimleri serip oturmanın derdinde... Hoş Boztepe'nin askeri tesisler hariç her yeri halka açıktı o zamanlar..

Çamların içinde ağaçtan ağaca kurulan salıncak mı ararsın,bir kilimin etrafında toplanmış çoluk çocuğun iştahla evlerde yapılıp getirilen henüz organik  sözcüğünün türemediği o günlerde hepsi tarladan, meradan, denizden, kümesten elde edilmiş yiyeceklerle donanmış yer sofrasında yer bulmanın telaşını mı...

Çocuklar koşturup dururlar.

Bir plastik top erkek çocuklar için bulunmaz nimettendi. Kız çocukları da genelde ip atlayıp mendil kapmaca ve "yağ satarım bal satarım ustam ölmüş ben satarım " şarkısı eşliğinde oyunlarına devam ediyorlardı.

Ya anneler?

Kendi üretip kendi hazırladığı  kayganadan, hamsi kuşundan, su böreğinden, iki taşın arasında çalı çırpı  ateşine ile demlenen çay eşliğinde  mahallenin gündemini konuşarak yemeklerini yiyorlar...

Bu arada bazı yaramaz oğlanların genç kızların yanlarına fazla yanaşmamaları için de hem uyarı hem de gözcülük görevlerini yapıyorlardı.

Mahallenin gündeminde ne ola ki?

Neler yok ki...

Birbirine "işmar" atan gençler, nişanlanan evlenen, görücüye giden gelen halalar, teyzeler, ablalar, yengeler... Gelinler, kaynanalar, sevdaluklar, boşanmalar... Düğünler Ölümler, 40 mevlitleri...

Gökyüzü pırıl pırıl.

Rengarenk uçurtmalarla süslü.

Herkes de uçurtmasının yükseltemezdik... Kimininki henüz havalanmadan kimininki havada takla atıp düşmekten kurtulamazdı.

Ustası bulutlara değercesine yükselttiği uçurtmasıyla hava atıp o anın keyfini çıkartırken kimi de henüz havalandıramadığı uçurtmasına türlü eksik bulmanın öfkesindeydi...

Gün ikindiyi devirmiş, vakit epeyce geçmiş... Anneler yavaş yavaş toplanmaya başlamıştı çoktan.

Çocukların Biraz daha kalsaydık yalvarışlarına aldırmayan anneler, akşam oldu olacak yine geliriz sözleriyle çocukları kırmadan o günkü piknik sefasını sona erdiriyordu.

Evin bir de babası vardı tabii ki... O da işten çıkıp gelince yemek arar... Anne işte her şeyi düşünür...

Ha bir de çocukların derslerini de aksatmamak lazım... Bu kadar eğlence yeter... Eve gidince ders başına oturulacak...

Güzel günlerdi.

Trabzon Boztepe'den tüm ihtişamlı manzarası ile gözümüzün önünde bir tablo gibiydi...

Bahçeli evler...

Henüz betona yenik düşmemiş tarlalar...

Sahil olabildiğine uzanmış denizin kenarından.

Limanda yolcu gemisinden gidenler ve gelenler...

El sallamalar, sarılıp kucaklaşmalar...

Vedalar da vardı, kavuşmalar da...

Ve veda etti Trabzon her şeye...

Bahçesine, denizine, gemisine, Boztepe'sine, Telsiz Tepesi'ne, Soğuksu'suna, Faroz'una Yoroz'una, Kemerkaya'sına, Çömlekçi'sine, Uzunkum'una, Arafilboyu'na, Yenicuma'sına, Hacıkasım'ına, Kuzgundere'sine, Değirmendere'sine, Erdoğdu'suna…

Ve de mahalle kültürüne, dayanışmasına birlikteliğine...

Uçurtmasını uçuran var mı?

Ya da şöyle soralım uçurtmasının kuyruğunu binalara, viyadüklere takmadan uçurabilen var mı?

Bizim uçurtmalar sadece ağaçlara takılırdı da...

SİYAH ÖNLÜKLÜ ÇOCUKLAR

Hacıkasım Mahallesi...

Kurtuluş İlkokulu...

Önlüklerimiz siyah...

Hayatımız renkliydi...

Misket de oynardık

Top da...

Hacıkasım’ın dar sokaklarında

Kızlar ip atlarken

Araya girer oyunu bozar

Yağ satarım bal satarım

Derken mendilden

Tokmağı yerdik sırtımızda

İncirlerin mevsimini

Mandalinanın

Hangi bahçede olduğunu

Gülün mis gibi koktuğunu

Armudun sapı üzümün çöpü

Demeden kimin olduğunu

Sormadan, bir bahçeden diğerine

Meyvelerin tadını,

Mezgitin balıktan sayılmadığı,

Hamsinin irisi yoksa

Gübre diye tarlaya

Serildiğini

Kemerkaya’da, Ganita, Moloz’da

Sotka ve Faroz’da denize

Girildiğini

Ayasofya altında

Kuzguni siyahlıktaki Uzunkum’un

Romatizmaya

İyi geldiğini

Limanda denize girmek için

Çok ama çok büyümek

Uzunsokak’a çıkmak için de

"Adam " olmak gerektiğini

Bilirdik.

Küçük dünyamızın

Büyük hayalleri içinde.

Bu arada iki kere ikinin

Dört ettiğini,

50 kuruşluk harçlıktan

Harcadın mı 25 ini

Geriye 25 kaldığını,

Onla da beş simit alındığını

Bilirdi o siyah önlüklü çocuklar.

Bir de 23 Nisanlarda sevinip

10 Kasımlarda üzülmeyi...

Ramazanda teraviye deyip

İdmanocağı sahasında

Top oynamayı...

Sırf sahur yemeğini

Kaçırmamak için oruç tutmayı

Hoca teyzelerden fatihayı

Bayramlarda el öpüp harçlık

Almayı...

Bilirdik siyah önlükler

İçinde renkli yaşamayı...

Şimdi ne siyah önlükler ne

Mahalle

Ne de Kurtuluş İlkokulu...

Kaldı

Yıkıntılar arasında

Çocukluğumuz

Anılar yine siyah beyaz…

Uçurtmalar yok

Gökyüzünde.

Ne güzel

Ne de şanslı çocuklardık biz…

O zaman da bilirdik

Dünyanın döndüğünü

İki kere ikinin dört ettiğini...

Bilirdik yine kirazın ağaçta

Patatesin toprakta olduğunu...

Betonun yenmediğini

İTALYAN LERCARİ SARAYI’NDAKİ TRABZON VE TÜRK MİSAFİRHANESİ

Kalepark dediğimiz yer Cenevizlilerin 13. yüzyılda savunma amaçlı yaptırdığı bir kale. Orijinal ismi Leon Kastron (aslanlı kale). Cenevizli ve Venedikli tüccarlar tarafından inşa edilmiş Orta Çağ kalesidir.

Kale, stratejik olarak şehrin her iki limanına da bakan kayalık bir tepenin üzerine inşa edilmiştir: Yaz limanı kalenin batısında, kış limanı ise doğusunda konumlandırılmıştır.

1571’de bu kıyılarda bir ticaret üssü kuran Cenevizlilerin inşaatını temsilen Lercari Sarayı’nın tavanına çizilmiş bir freskte ticari hacmin ne denli yüksek olduğunu yapılmakta olan binanın görkeminden anlıyoruz.

Ganita’nın batısında ve doğusunda yer alan sahiller birer ticari liman görevi üstlenmişlerdi.

Cenevizlilerin Trabzon’daki ticaret üssü Ganita’da kurdukları depo inşaatını temsilen, Lercari (zamanın zengin bankacısı) sarayının tavanına Luca Cambiaso tarafından 1571’de çizilmiş fresk, Trabzon arasındaki ticari ilişkilerin ne denli önemli ve kuvvetli olduğunu göstermektedir.

Dahası aynı yerde bir de Türk tüccarların konakladığı, mallarını sergileyecekleri, ticari bağlantılarını kuracakları bir “Türk Misafirhanesi” de yapılmış.

Bizim Türk Hanları'nın bir benzeri işlevi gören bu misafirhanenin İtalyanca ismi “Fondaco Dei Turchi” idi.

13. yüzyılda Giacomo Palmier tarafından inşa edilmiş.

Günümüzde Venedik Doğa Tarihi Müzesi'ne ev sahipliği yapmaktadır.

“Fondaco” Arapça kökenli bir isim. Funduk Arapçada otel anlamı taşıyor.

Funduktan Fondaco'ya evrilen kelime “Trabzon Fondaco’su” diye İtalya’da adlandırılırken, genel isim olarak da “Türk Misafirhanesi” olarak bilinmektedir.

Trabzon deyince akla sadece karayemiş ya da hamsi gelmesin.

Türk dünyasının batı ile ticari ilişkilerinin kuzeydeki başlangıç noktası olarak yüzyıllarca görevini sürdüren bir liman kentinden söz ediyoruz.

Ganita güzel yer anlamı taşıyor. Önce İtalyanların ticari üssü olarak kullanılmış ama fetihten sonra Güzelhisar olarak ismi yenilenen Leoncastro, yani bugünkü kale parktan söz eder kaynaklar.

Ganita ismi İtalyan tacirlerin günlüğünde ya da ticari mektuplarında geçmez.

Çünkü Ganita sadece denize uzanan kayalık güzel bir yerin adı idi.

İtalyanların Türk tacirlerine mahsus yaptırdığı misafirhane 1838 yılı başlarına kadar hizmete devam etmiş.

Son Türk o yıllarda misafirhaneyi terk etmişti.

Söz konusu Türk misafirhanesi doğudan gelen malların batıya pazarlandığı çeşitli milletlere ait tüccarların bağlantı kurduğu bir alışveriş merkezi idi aynı zamanda.

Trabzon’un tarihteki rolünü incelediğimizde dünya kentleri arasında önemli bir yere sahip olduğunu görmekteyiz.

Dünya ile 13. yüzyıldan önce ve sonra da entegre olmayı başaran Trabzon fetihten sonra da uluslararası ticari merkez olma özelliğini taşımıştır.

Düşünebiliyor musunuz Trabzonlu bir tacirsiniz, Trabzon Limanı’ndan malınızı yüklüyor Venedik Limanı’na götürüyor ve orada Türkler için yapılan bizdeki karşılığı han, kervansaray olan Türk misafirhanesinde hem konaklayıp hem de mallarınızı pazarlıyorsunuz.

Trabzon böyle bir geçmişe sahip.

ÇAYKOVSKİ RÜYA KENTİ TRABZON’DA

Mayıs 1886’da Batum Limanı’ndan Trabzon’a doğru yol almaya başlayan gemiye binen Çaykovski pişmandır.

Bu pişmanlığı Trabzon’a varıp kendi ifadesiyle “rüya kent”te konaklayacağından değildi.

Batum’dan iki gemi kalkıyordu. O Armenia isimli gemiye bindiğine, limandaki daha yeni ve görkemli görülen Messageria Şirketine dahil gemi aklını çelmiş ve pişman olmuştu.

Fakat hava o kadar güzeldi ki Batum - Trabzon arasındaki coğrafyanın muhteşemliği geminin kalitesine dair endişeleri bile aklına getirmiyordu.

14 Mayıs sabahında muhteşem bir Trabzon güneşiyle limanın açıklarına demir atan gemiden hayran kaldığı yakışıklı kollu kuvvetli bir kayıkçının sayesinde limana çıkan Çaykovski, kentin güzelliği karşısında adeta büyülenir.

Trabzon’dan “rüya şehir” diye bahseden Rus klasik müziğinin en önemli ismi Çaykovski, Hotel Europa'ya yerleşir.

“TRABZONUN İNSANLARI VE SOKAKLARI ÇEKİCİ”

Günlüğündeki notlarında “doğunun peri masallarını andıran Trabzon’da” gezinirken insanlarının çok hoş oluşu ve sokaklarının çekiciliği karşısında hayretini gizleyemez. Tiflis ve Batum'u geçerek Türkiye topraklarına ayak basan bestecinin ilk durağı Trabzon oluyor. 13 Mayıs 1886’da gemiyle Trabzon’a ulaşan besteci mektubunda burayı “rüya şehir” olarak tanımlayarak şu notları düşüyor: “Trabzon’a yaklaşıyoruz. Çok güzel. Türk konsolos, insanlar balık tutuyorlar. Şehrin ve sokaklarının -ama bilhassa yaşayanlarının- çekiciliği. Nedense bütün bunlar bana şark masallarını hatırlatıyor.”

Rusça bilen yerli bir rehberle şehri gezen Çaykovski, Türk kahvesi ve nargile içmeyi de ihmal etmez.

AT SIRTINDA SÜMELA TURU

Sümela Manastırı o yıllarda da meşhur.

Ortodoksların en önemli dini merkezlerinden biri.

Müslüman bir imparatorluğun şehrinde faaliyetlerini hiçbir kısıtlamaya tabi olmadan sürdürüyor.

Dünyaca ünlü klasik müzik ustası Çaykovski temin edilen bir at ve rehberi ile birlikte manastırı ziyaret eder.

Sonrasında İstanbul/Marsilya üzerinden Paris’e kadar sürecek yolculuğu için Trabzon’dan ayrılır.

Çaykovski'nin at sırtında Sümela’yı ziyaret etmesi kadar, Trabzon sokaklarında şehre hayran kalarak gezmesinin yankılarının eserlerine nasıl yansıdığını bilemiyorum ama bilinen bir şey varsa, o yıllarda Paris’e gitmek için Trabzon’a uğranılması gerekliliğidir.

Hotel Eurupa'nın yaşadığını düşünün. Çaykovski burada kaldı diye de kapısına bir tabela konsun ve kültür turizminin misafirlerinin ziyaretlerini hayal edin.

“Müzik gerçekten de, Tanrı’nın karanlıkta amaçsızca gezinen insanlığa sunduğu tüm hediyeler arasında en güzel olanıdır.” diyen Pyotr İlyiç Çaykovski 7 Mayıs 1840'da Rusya'nın başkenti, Moskova'nın doğusundaki bir kasabada doğmuş Romantik Dönem Rus klasik müzik bestecisidir.

Senfoni, opera, bale, enstrümantal ve oda müziği ile şarkı gibi birçok tarzda eser vermiştir.

Günümüz klasik müzik repertuarında yer alan en popüler konser ve gösteri müziklerini yazmıştır. Bunların arasında Kuğu Gölü, Uyuyan Güzel, Fındıkkıran bale müzikleri, 1812 Uvertürü, ilk Piyano Konçertosu, gibi eserleri sayabiliriz.

Çaykovski Paris’e gitmek üzere Trabzon’a gelip burada kaldığında buradaki izlenimlerini günlüklerinde anlatmıştır. İçine kapanık bir yapıya sahip olan ünlü müzik insanı, “rüya diyarı” olarak adlandırdığı Trabzon'da kaldığı sürede kendisini tanıyan Rusların da ilgisiyle karşılaşmıştı.

Bir liman kenti olarak daha önceki yıllarda da uluslararası kültürle tanışma fırsatını yakalayan Trabzon, aynı zamanda her ülkeden seyyahın uğramadan geçemediği bir şehirdi.

ELVEDA KARADENİZ

Yarım asra yaklaşan bir gazete...

Tam 46 yıldır her gün okuyucusu ile buluşan bir yayın organı.

Karadeniz Bölgesinin efsane Gazetesi...

Bölgesel vasfı ile bilinen tanınan ve aynı zamanda etki gücü ulusal anlamda başarılarla dolu bir gazete...

Bünyesinde her biri kendi alanında önemli isimlerin yetiştiği, gazetecilik okulu...

Trabzonspor'un unutulmaz başkanı merhum M.Ali Yılmaz'ın sahipliğini yaptığı, Karadeniz Gazetesi  yayın hayatına son verdi.

Trabzon basın hayatında ve tarihinde önemli bir yere sahip Karadeniz Gazetesi'ni artık bayide göremeyeceksiniz.

Yılların yorgunluğu ve gazetecilik heyecanı ile her gün bayide yerini alan Karadeniz Gazetesi dijital dünyanın yaygınlığı ve kolay ulaşılabilirligi ile farklı mecralara yönelen basın dünyasında buraya kadar deyip sanal alemde yine haber sitesi olarak yayın hayatına devam edecek.

Hayatımızda yarım asra yakın yer alan Karadeniz Gazetesi'nin günlük yayından vazgeçip İnternet ortamında yayın hayatına devam etmesi her ne kadar olumlu karşılansa da okuyucunun sayfalarını çevirip yerel bölgesel ve ulusal haberlerle birlikte köşe yazarlarının yorumlarını okumanın verdiği hazdan mahrum kalacağı muhakkaktır.

13 Nisan 1869 Trabzon Vilayet Matbaası'nın kuruluşundan dört yıl sonra, Vâli Es'âd Muhlîs Paşa döneminde, "Trabzon Vilayet Gazetesi" adlı ilk Türkçe gazete yayımlanmaya başlar. Gazete haftalık olarak Perşembe günleri çıkar. Bu gazete, Trabzon'daki basın ve yayın hareketinin oluşmasındaki en büyük etkenlerden biridir. Aynı yıl "Trabzon Salnamesi" de basılmıştır.

Bu arada 1897 de Şatırzade Osman Bey'in imtiyazını aldığı "Karadeniz" gazetesi yayın hayatına başlar.

Bu gazetenin yıllar sonra çıkmaya başlayan Karadeniz Gazetesi ile isim benzerliğinden başka bir ilgisi bulunmamakta. Ancak Trabzon özel yerel basın sektörünün oluşmasında öncü, Osmanlı döneminin önemli yayın organı idi.

23 Nisan 1979’da kurulan ve günümüze kadar aksatmadan yayın hayatına devam eden Karadeniz Gazetesi Trabzon Basın tarihindeki işlevini tamamlayarak arşivdeki yerini almış oluyor.

Kurumlar da insanlar gibidir.

Bir gün gelir yorulurlar

Ve buraya kadar denir...

Kurucusu rahmetli Trabzonspor'un efsane başkanı Şamil Ekinci ve sonrasında sahipliğini üstlenen Karadeniz Gazetesini bölgesel ve ulusal anlamda çok daha ileriye taşıyan yine Trabzonspor'un efsane başkanı M. Ali Yılmaz'a rahmetler dileyerek Karadeniz Gazetesi'ne dijital yayınlarında başarılar diliyorum...

Bu arada bir yılı aşkın zaman içinde farklı konularda yazılarımla sizle birlikte olduk.

Buruk bir veda ile hoşça kalın diyorum.

Karadeniz Gazetesi'nin çalışanlarına bundan sonraki iş hayatlarında başarılar diliyorum.