Kentler şairlere, yazarlara, bestecilere vs. nasıl bir anlam katmıştır? Eserlerinin biçimlenmelerine kentlerin ruhunun etkisi mutlaka olmuştur. Düşünsenize, Nazım Hikmet Prag’da, Paris’te, Moskova’da yaşadı ve şiirlerinde hep o kentlerden izler taşıdı. Moskova’da Karlı Kayın Ormanı içinde yürüdü, Paris’te “Sensiz Paris bir dolu fişek” dedi. Prag’ın ayaz gecelerinde yalnızlığının fenerini yaktı... Kafka’nın Prag’da dönüştürmeyi istediği şey neydi? Samsa oldu Kafka Prag’da... Viyana’da Beethoven’in kapısını çalan kader miydi? Mozart Türk Marşı’nı bestelerken Osmanlı’nın iki defa Viyana’yı kuşatması bağlamında Mehter Marşı etkisinde kaldı mı? Sabahattin Ali Sinop’ta cezaevinde yatarken duvarları yalayan dalga sesine mi şiir yazdı? Attila İlhan, “İstanbul” dedi, Yahya Kemal de İstanbul’u sevdi Orhan Veli gibi. Cesaire Pavese Torino ‘da yaşamın ucuna yolculuk yaptı, kendisine öykünen Tezer Özlü o yolculuğun izlerini Torino’da sürdü.
Kentler ruhuyla insanlara bir biçim verirler. Kentin mimarisi, sokakları, pazar yerleri, kafeleri, meydanları önemlidir. Nice şair kentin meydanlarına şiir yazmıştır, nice yazar kentin kafelerinde yeni öykülerine başlamıştır. Her kentin kendine ait bir iç sesi ve uğultusu vardır. Bazı kentlerin sesi kulakları sağır eder, bazı kentlerin sesi ise bahar esintisi gibidir.
Bazı insanlar kentin sesini hiç duymazlar. Onlar sabah kalkarlar, kahvaltı yapıp evden çakarlar. İşe gider onlar. İşten çıkıp eve döner ve akşam yemeklerini yiyip uyurlar. Yaşadıkları kentin hangisi olduğunun hiç önemi yoktur. Çünkü onlar hangi kentte yaşarlarsa yaşasınlar, aynısı gibi yaşarlar. Bir kentin sesini en iyi akşam saatlerinden sonra veya sabah ilk saatlerde duyarsın. Eğer bir kentte bu zaman dilimini yaşamıyorsan, o kentte yaşamıyorsun demektir.
Sabah evden çaktığında, kentin mimarisi seni yumuşatmıyorsa ağaçlardan esen bir yel yanaklarını okşamıyorsa, sokakta yürüyen insanların gözleri anlamlı bakmıyorsa; o kent ölmüş demektir. Kent kaotikken yaşar, gürültülüyken yaşar, kalabalıklarda yaşar, kaybederken bile yaşar. Ama insanların gözleri anlamsız bakıyorsa yaşayamaz. Bir kenti sevmek için o kentte yaşayanları seveceksin, o kentin gökyüzünü seveceksin, o kentin yapılarını seveceksin, gecesini seveceksin, sabahını seveceksin ve en önemlisi ise o kentin iç sesini seveceksin.
Yoksa kentler de ölür, kuşlar gibi…